30.07.2016 Cumartesi
ŞU ara sıkıştırılan bir insan kümesinin sembolü olarak alıyorum Sayın Arınç'ı.
Puslu havada fırsatı ganimet bilenlerin saldırısına uğruyor.
Neymiş, dün Paralel Yapı’ya yönelik kimi operasyon ve tutuklamalara itiraz etmiş...
Bugün ilk andan itibaren darbeye lam’sız cim’siz karşı çıkması onu kurtarmazmış.
Boşuna günah çıkarmaya çalışmasınmış...
Başka siyasi hesaplar yakıştırılabilir da Arınç’a yakıştırılamayacak tek şey darbeciliktir.
Samimiyetini sorgulamak, olsa olsa yakışıksız bir iftira olabilir.
Mesele; Manisa’da elleri kelepçelenen Cemaat ablaları fotoğrafına karşı gelmesiyse, ona ben de karşı gelmiştim.
Mesele; polisiye hoyratlıklar yüzünden tanınmış şehir esnafının haksız kabalıklarla uluorta rencide edilmesini eleştirmekse, onu ben de eleştirmiştim.
Sadece Sayın Arınç ve ben mi!
Başka pek çokları, pek çoğunuz da bu yöndeki eleştiri ve protestolara katılmıştı.
Şimdi kalkıp püskürtülmüş darbe girişimi atmosferinde Bülent Arınç ve benzerlerine bunun faturasını kesmek, insafa, izana sığar mı? Vicdana, hakkaniyete sığar mı?
Hitabeti ve dile hâkimiyetiyle şöhret bulmuş bir siyasetçiyi savunmak bana düşmez.
Arınç, gerek duyduğunda cevabı yapıştırıyor zaten, gözünü polemikten sakınmıyor.
Geçmişte bazı tasarrufları nedeniyle ters düştüğü Manisa Başsavcısı’nın sataşmasını da karşılıksız bırakmadı.
Bu gibi salvoların altından kalkar, üstesinden gelir bildiğimiz Arınç.
Orasında değilim, aralarına girecek de değilim.
Fakat Arınç, maruz kaldığı muamele bakımından yalnız değil. Benzer kategoriye düşen başkaları da var.
Ve onlar adına Bülent Arınç’ın şahsında bir şeyler söylemekten alıkoyamıyorum kendimi.
Suç şüphesi varsa soruşturma açacakken bir yetkilinin, kendisiyle ağız dalaşına girmesine nasıl alınmasın Arınç.
Peşi sıra kayınbiraderinin önce memuriyetten atılıp sonra gözaltına alınmasına nasıl üzülmesin, nasıl mana yüklemesin...
Cumhuriyet gazetesinde Özgür Mumcu’nun köşesinde rastladım. Susan Sontag’dan bir alıntıydı.
“Zaman her şey bir anda olmasın, mekânsa hepsi bizim başımıza gelmesin diye var” diyordu.
Ne yazık ki her şeyin bir anda olduğu ‘manidar’ bir zamanda ve hepsinin bizim başımıza geldiği talihsiz bir mekânda yaşıyoruz.
Arınç da ‘Olanda hayır vardır’ sözünü şiar edinmiş bir inanca mensup.
Elbette her şeyin birden ve onun başına gelmesini kaldırır, tevekkülle aşar.
Kanal 7’nin aslarından Mustafa Çelik, fi tarihinde annesinden duyduğu bir Türkmen deyimini aktarmıştı bana.
“Gam çekme oğul, gök yıkılsa senin de başına el kadar bir parça düşer” şeklindeydi.
Elbette Türkmen büyüklerinin teslimiyeti Arınç’ta da fazlasıyla mevcuttur.
Kısacası maksadım, haddi aşıp öğüt vermek, kadere rıza ve tevekkül tavsiye etmek değil.
Başa geleni çeker evvel Allah zaten.
Fakat dünya yansa bir tutam otu yanmayacak gamsızlardan da olamayacağını biliyorum.
Bari kendisini duygusal olarak hırpalamalarına izin vermesin istiyorum.
Hakkını korusun korumasına da gözdağı işlerine aldırmasın...
Onu en çok neyin yaraladığını tahmin edebiliyorum.
Siyasi bir denginizden gelse belki bu kadar içerlemezsiniz. Siz de münasip bir dille gerekeni söylersiniz muhataba.
Acı gelen, kurdun kuzuya boğdurulması ya da buna göz yumulmasıdır.
Hiç konuşmadık bu konuyu ama Arınç’ı anlayabiliyorum.
Yine de üzülmesin...
Son kertede Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, arası açık dahi olsa hiçbir dava arkadaşının ona reva görülenlere sessiz kalacağını
sanmıyorum.
Ne göz yumacaklardır ne yol vereceklerdir ne de kayıtsız kalacaklardır, eminim.
HURRİYET